Beyin Ölümü Gerçekleşmiş Toplumların Geleceği

Tarih sahnesinden silinip gitmiş, öncesi ve hattâ sonrasında eşi benzeri görülmemiş uygarlıklara baktığımızda açıkça görülmektedir ki; toplumlar benliklerini kaybettiklerinde süratle kimliksizleşmekte ve ardından başkalarının bir parçası haline gelerek adları sanları yok olmaktadır.
Mensupları bir şekilde yaşasa, en azından kanları, dâhil oldukları toplumun damarlarında akmaya devam etse bile, artık varlıklarından söz edilemez.
Buna o toplumun gerçekleşen beyin ölümü demek yanlış olmaz.

Onlar; artık kendi ülküleri için değil, başkalarının hizmetinde mankurtlar olarak yaşamaktadırlar. Dilleri kaybolmuş, kültürleri unutulmuştur. Adları bile anılmaz olmuştur. Öyle ki; Onların bir zamanlar var olmuşluklarından söz edilemez, söz edilse bile kimin nesi oldukları zamanın politik ve taraflı yorumlarına göre değerlendirilirler.

Onlar; eski tebalarının parçası sayılır, sahip oldukları muhtelif coğrafya bölgeleri ve tarih dilimine göre farklı farklı isimlerle anılırlar. Zaten kendileri de nereden geldikleri ve kim olduklarına dair belleklerini çoktan yitirmişlerdir. En yakın kardeşlerini yedi kat el sayar, kuşkuyla bakar, düşmanlık yapar, en ufak farklılığı ayrılık nedeni sayarlar.

Merhamet ettikleri için bağırlarına bastıkları, ya da baş eğdirip kendilerine kattıkları uluslar; zamanla Onları yıpratır, adlarını siler ve yerine kendilerininkini yazarlar. Bey yerine bey, bay yerine bay olurlar. Zaman zaman Onları daldıkları derin uykudan uyandırmak, “unutulmuş hasletlerini” hatırlatmak için “gündüz oturmadan, gece uyumadan” çalışan başbuğlar çıkar ve doğal akışı bozarak “yeni bir güneş gibi doğmasına” gayret ederler.

Ancak; aniden uyandırılmışlığın mahmurluğu ile bir süre devinim gösteren böyle toplumların uyanıklığı uzun sürmez. Atalet öylesine iliklerine işlemiştir ki; kendilerini ileriye ve yükseklere çekmeye çalışan başbuğlar dünya değiştirdiğinde pek çabuk uykularına döner, hattâ kendilerini bir süreliğine de olsa uyandıranlara düşman olurlar.

Düşmanlarından daha büyük gayretle yapılanları inkâr eder, adını silmek için gerekirse tarihi yeniden yazmaya koyulurlar.
Olağanüstü miskin ve mistik yollardan medet umar, el açmaktan yerinmez, ahlâksız kazançları helâl yerine koyarlar.

Böyle toplumlar için iki yol vardır:

Birincisi tarihin akışı içinde varlıklarının sınırlı olduğunu kabullenip, derin uykularına geri dönerek silinip yok olmaktır.
Nitekim birçok toplum için bu akıbet geçerli olmuştur.
Ancak; bir de “gömelim gel seni tarihe” denilse sığmayacak büyüklükte uygarlıklar, büyük milletler vardır.
Onlar için “tarihten önce vardık, tarihten sonra varız” inancı, hangi dara düşerlerse düşsünler, mutlaka damarlarından fışkırıp yeniden hayat bulur. Bulmalıdır.

Yine ne yazık ki; zihni gelişiminin tamamlayamamış toplumlarda çok belirgin bir hastalık vardır: Kendilerinin, yakınlarının, milletlerinin, kısacası şimdilerinin ve geleceklerinin umurunu kurtarmak sorumluluğunu bir gönüllünün omuzlarına yüklemek.

Hal böyle olunca bir kurtarıcı arayışı başlar.
Doğru zaman ve doğru zeminde bir kurtarıcı başbuğ ortaya çıkar da, en başta kurtarmaya çalıştıkları olmak üzere yedi düvele meydan okur, başarılı da olursa doğal akış tersine döner, “aç iken doyarlar, çıplak iken giyinirler”.
Ama bir süreliğine…

Tarihte hep tekrarlanmış olan bu durum kalıcı bir refah yaratmaz.
Madem davamız Türk Milletinin geleceğidir, her davada olduğu gibi bir dayanağa ve bir de hedefe ihtiyacımız vardır.
Dayanağımızın “Yüksek Türk Kültürü” olduğu bellidir.
Hedefimizi de basitçe; Türk varlığını ebedi, onurlu ve varlıklı kılmak şeklinde tanımlayabiliriz.

Geçmiş deneyimlerimiz göstermiştir ki; hamaset ancak can verilecek zamanda işe yarar. Barışta bireyler biyolojik ve psikolojik olarak doyurulursa hedefe bağlılıklarını korumaya devam edebilir.

Modern Dünyada varlığın sürdürülebilmesi için kalıcı sistemler kurmak ve toplumdaki her bireyi mutlaka sistemin hem hizmetlisi hem de sahibi haline getirmek gereklidir.

Kısacası yeni bir başbuğ aramak yerine yeni ve sürdürülebilir bir sistem yaratmak zorunluluktur.
Nedensellik gereği sosyal sistemlerin problem ve çözüm ikilisinden oluştuğu söylenebilir. Ancak izimler; taraftar sayısından ve etkinliğinden bağımsız olarak bize şu olasılıkları göstermektedir:

– İki cihan bir araya gelse yapısal farklılıkları dolayısıyla birlikte olamayacak topluluklardan bir ümmet veya komün oluşturmaya çalışmak gibi hem problem, hem de çözüm hayalidir.

– Hayat pahalılığının günün siyasi, ekonomi ve sanayi etkenlerini yok sayarak nas ile çözmeye çalışmak gibi problem gerçek fakat çözüm hayalidir.

– Kendinize düşmanlar yaratıp ekonomik olarak sürdüremeyeceğiniz savaşlar için aşırı silahlanmaya çalışmak gibi problem hayali çözüm gerçektir.

– Asil Türk karakterini, sahip olduğu coğrafyanın konumunu, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kullanarak bağımsız, onurlu, zengin bir ülke yaratmak ve Milletimizi ebedi kılmak için her bireyin ahlâklı, bilgili ve bilinçli yetiştirilmesinin yollarını sağlamak, eğitimden hukuka, tarımdan sanayiye kadar her alanda hak ve görevlerin adil dağıtıldığı, her usulsüzlüğün önlenebildiği, bizi bizden ayıran her ayrıntının reddedildiği, kendisini samimiyetle bizden ayırmayanların sorgulanmadığı bir düzeni sağlamaya çalışmak gibi hem problem hem de çözüm gerçektir.

Bu sonuncusu tek şansımızdır. Gerçek problemleri belirleyip, gerçekçi çözümler aramalıyız.

Çözüm aramızdan bazılarının değil, hepimizin katılımıyla başarılabilecek büyük bir dava ve kutlu bir yoldur.

Bu yolda beşikten mezara her Türk’e önce aileden başlayarak sanattan spora, spordan ticarete, eğitim ve kültür hayatımıza, dağlardan şehirlerimize kadar “TÜRK TÖRESİ VE AHLAKI” yaygın ve örgün bir şekilde her zeminde ve zamanda üstüne basa basa anlatılıp öğretilmeli ve yeni Türk medeniyeti 21. Yüzyıla damgasını vurarak dünyamıza armağan edilmelidir.

Kaynak nereden bulacaksınız diye soracak olursanız;

– Ya geldikleri gibi giderler.
– Ya çaldıkları paraları geri öderler.
– Ya da Türkçülerin iktidarında misliyle öderler.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN.

ÇAĞATAY KORKUT KÖRÜKLÜ
ÖTÜKEN BİRLİĞİ PARTİSİ
GENEL BAŞKAN